Hâlâ barış ile demokrasinin ilişkisi konusunda bile ortaklaşmayan bir durumdayız. Bazıları demokrasi olmadan da barışın mümkün olabileceği varsayımı ile hareket ediyor. Bazıları ise barışı es geçerek bir demokratikleşmenin söz konusu olabileceği üzerine kurulu söylemlerle meşgul olmayı tercih ediyor.
Geçmişte Kürt sorunu, demokratikleşmenin önünde bir engel olarak görülüyordu. Sanki demokratikleşme konusunda çok güçlü ve kararlı bir irade var da, Kürt sorunundan kaynaklı güvenlik tehdidi bu demokratikleşmeyi engelliyormuş gibi analizler yapılıyordu. Bu aşamayı geçtik. Şimdi daha moda olan değerlendirme biçimi, demokrasi olmadan barışın olabileceği varsayımı üzerine oturuyor.
Kürtlerle diyalogu genel demokratikleşme bağlamından kopararak sürdürmeye çalışmak iki büyük risk taşımaktadır. Birincisi Kürtler, diğer demokrasi mücadelesi veren toplumsal dinamiklerle karşı karşıya gelecektir. Sadece kendi önceliklerine odaklandıkları, diğer kesimlerin demokrasi taleplerine ilgisiz kaldıkları iddiası son derece yıpratıcı olacaktır. İkinci önemli risk ise hükümet ile ilgilidir. Demokratikleşme sürecini tamamladığını sanan bir siyasi iktidar, Kürtlerin haklı talepleri konusunda milliyetçi Türk kamuoyunu ikna etmekte zorlanacak ve sanki Kürtlere özel ayrıcalıklar veriliyormuş algısı ile uğraşacaktır.
Bu risklerin aşılması ve demokratikleşme ile barış ilişkisinin sağlıklı kurulabilmesi toplumsal çabalarla mümkün olur. Bu noktada iki çabaya değinmekle yetinelim. Biri 500 haftadır süren Cumartesi Annelerinin buluşmasıdır. Diğeri ise henüz ikinci kez buluşan Demokrasi ve Barış Konferansı.
Toplumsal çalışmaların başarı şartı, kararlılık ve sürekliliktir. Aslında büyüme ve sonuç almanın yolu da buradan geçmektedir. Cumartesi Anneleri doğrudan mağdur yakınlarının örgütlenmesidir. Tıpkı barış anaları ya da Roboskîli aileler gibi son derece etkili mesajların Türkiye kamuoyuna taşınmasına öncülük etmişlerdir.
Türkiye’nin seksenli ya da doksanlı yıllara dönememesinin teminatı, o dönem suçlularının yargılanma ve cezalandırılmalarıdır. Gezi olaylarında hayatını kaybedenlerin failleri cezalandırılmamışken, Kobanê olaylarında hayatını kaybedenlerin failleri ne ölçüde etkin yargılanabilir ve caydırıcı cezalandırma söz konusu olabilir?
Demokrasi ve Barış Konferansı bu açıdan büyük bir sorumluluk üstlenmiştir. Çözüm sürecine toplumsal zeminden müdahil olmak hayati önem taşımaktadır. Sürecin izlenmesi, denetlenmesi hatta yönetilmesi aynı zamanda toplumsal görevlerdir. Sadece iktidarın inisiyatifinde bir sürece razı olmayanların bu toplumsal çabayı sahiplenmesi oldukça önemlidir.