Kurallar, düşünce ya da davranış sistemlerine yön veren ilkelerdir. Spordan trafiğe kadar bir çok alanın kuralları son derece net ve ortak kabule dayandığı halde siyaset için aynı şeyi söylemek zor. Sadece yaşamın bir parçası olmakla kalmayıp genellikle bizatihi toplumsal ilişkileri şekillendiren siyasetin bu kadar kuralsız seyretmesi herkesi, hepimizi, özgürlüklerimizi, onurumuzu, barışımızı tehdit ediyor.
Kurallar ya toplumsal uzlaşma ile konulur ya da güçler dengesi ile şekillenir. Bazen ikisi birlikte gerçekleşir. İnsanlığın ortak değerlerinden beslenebileceği gibi egemenlerin sonsuz öfke ve hırsları tarafından da dizayn edilebilir.
Siyasetin insanların kendi geleceklerini ya da ortak kaderlerini belirleme sanatı olabilmesi, kuralarının nasıl belirlendiği ile doğrudan ilişkilidir. Elbette egemenler açısından kendi koydukları kuralları çiğnemek pekala yaygın, bazen de değiştirmek zorunda kalmak gayet mümkündür.
Toplumsal değerlerin, ahlakın yazılı kurallara dönüşmesi yasaları oluşturur. Hakların hukuka dönüşmesi, ayıp ya da günahın suç olarak kabul edilmesi bu bağlamda ele alınır.
Aslında dünyanın daha kurallı yaşayan ülkelerinde siyasetin sözlü ya da yazılı kuralları vardır. Siyasal etik ile ilgili düzenlemeler, siyasetin finansmanının şeffaflığına dair kurallar uluslararası belgeler haline gelmiştir. Bu kurallarla tanışmayı gözü kesmeyen Türkiye siyasetçileri, canının istediğini yapmayı ya da babalarından gördüklerini uygulamayı tercih ediyorlar.
Bazı kurallar vardır ki yazılı olması gerekmez. Siyasetçinin asgari akıl , vicdan ve ahlak sahibi olması yasalarla tanımlanamaz. Önünde yazılı düzenlemelere dayanan herhangi bir engel yok diye, akıl sağlığı sorunlu bir kişi ya da kişilerin ülkenin kaderini belirleme hakkının olması düşünülemez.
Seçim ve demokrasi mekanizmalarının sağlıklı işlediği ülkelerde toplumun özgür tercihleri ve iradesinin tezahürüne güvenerek böyle bir endişe taşımayız. Bütün bir toplum ruh sağlığını kaybetmiş ve cinnet haline girmiş ise zaten sözün bittiği yerdeyiz demektir.
Hem batı hem doğu toplumlarının tarihi göstermektedir ki, siyasi ya da askeri liderlerin akli melekelerini kaybettikleri dönemler, bütün insanlığa ağır bedellerin ödetildiği uygulamaları beraberinde getirmiştir.
Yazıyı daha somut ve güncel değerlendirmelerle “suç” kapsamına sokmadan toparlayalım. Osmanlı’nın elbette uluslararası hesaplar doğrultusunda Birinci Paylaşım Savaşına çekilmesi, dönemin siyasi liderlerinin maceraperest ruh halleri sayesinde söz konusu olmuştur.
Yüz yıl öncesinden bile ders çıkartmayan bir ülke için söylenecek tek şey “Hafızası olmayanın vicdanının olamayacağı” gerçeğidir.