Tarihi doğru okuduğumuz ölçüde, bugün doğru yerde tutum alır ve yine bu ikisini başarabildiğimiz kadar yarınlar için tüm ezilenlere umut olacak ütopyalar kurabiliriz.
Acıların ortaklaşması sanıldığı kadar kolay değildir. Kendi acınızı tarif ile başkasının acısını anlama konusunda sergileyebildiğiniz genişlik elbette aynı düzeyde olmayabilir. Ama ne yazık ki bu noktada önemli olan sizin ne düşündüğünüz değil, karşınızdakinin geçmişten devraldığı kaygılarla birlikte sizin duruşunuzdan ne anlam çıkardığıdır.
Türkiye tarihi bu açıdan zor bir arka plana sahiptir. Osmanlı’nın son döneminde bir yandan Kafkaslar ve Balkanlardan kaçarak Anadolu’ya sığınan Müslümanların ruh hali, diğer yandan yerleşik diğer inanç mensubu halkların yaşadıkları utanç tablosunu birlikte ele alabilmek kolay değildir. Kimsenin acısı, bir başkasının acıya reva görülmesini meşrulaştırmaz elbette. Süryani ve Ermenilerin yaşadıklarını anlamaya çalışırken, Müslümanların yaşadığı acı ile karşılaştırma yapmak bu açıdan sıkıntılıdır. Bu Müslüman ahalinin acılarını hafife almak değildir elbette.
Tam bu noktada yaşanan acılarda toplumların payını ahlaki olarak sorgularken, güç merkezlerinin siyasal rolünü de göz ardı etmemeliyiz. Sağ muhafazakarların zihin dünyasında 2.Abdulhamit bir kahramandır ve onun döneminde yapılanlar bu pencereden okunur. Ona muhalif tavır alan Mehmet Akif yada Said-i Kürdi (Nursi) tarafından yapılan itiraz ve uyarılar da pek görülmek istenmez. İttihat Terakkicilerin o dönem oyun kuruculuklarının hangi düzeyde olduğunu fark edebilmek için ayrıntıya yoğunlaşmak ve konuya genel geçer ezberlerimizi aşan bir yerden bakabilmek gerekiyor. Şüphesiz o dönemde kol kola girilmiş devletlerin oyunları ve onlarla bölgede nüfuz kavgası veren diğer devletlerin kavgasını da görmek gerekiyor.
Türkiye muhalif çevrelerinin en büyük talihsizliği, resmi tarihi kolayca mahkum ederken; kendi ezberleri ile yüzleşmekte zorlanmalarıdır.
Cumhuriyet tarihini hatta yakın tarihi okurken de benzer bir riskle karşı karşıya bulunmaktayız. İstiklal mahkemelerinin kurbanlarını, Dersim katliamını, 6-7 Eylül olaylarının utanç vesikalarını, hatta Maraş’ı, Çorum’u yeniden ele alırken, devletin rolü ve sorumluluğunu doğru okumak ne kadar kritikse, toplumsal kesimlerin pozisyonunu karşılaştırırken dikkatli olmak da bir o kadar belirleyicidir. Devleti adına yapılan ya da yapılması gerektiği halde yapılmayanla yüzleşirken, toplumsal sabıkayla yüzleşmekten kaçamayız. Bir günah keçisi ilan edip işin içinden çıkmak kolaya kaçmaktır.
Ermeni tehciri sırasında Müslüman ahalinin ortak edildiği büyük günah ile komitacıların Müslüman ahaliye yaptıklarını karşılaştırmak hakikate ulaşmayı zorlaştırır. Bir tarafta devlet öbür tarafta komitacılar var. Dahası bir tarafta çoğunluk diğer tarafta nüfus olarak daha zayıf olan var.
Bir notla yazımızı noktalayalım. Bayram Koca tarafından derlenen makaleler ve söyleşilerden oluşan Vivo yayınevinin ilk kitabı olan “Türkiye’de İslam ve Sol”, hakikati arama yolunda değerli bir katkı sunmuş.